-
Kaçabilme Meziyeti
17 Nisan 2009 Cuma
Uçsuz bucaksız bozkırda ufku seyretmenin zevkini herkes bilemez. Gözler ufka dalmışken ne bozkırın sıcağı ne de tali yolların çukurları umurunuzdadır. Büyükçe açarsınız gözlerinizi ve dalarsınız seyre eşsiz manzarayı ama aslında gözünüze başka bir perde inmiştir. Siz o perdeden akan kareleri seyretmektesinizdir. Muhtemelen ufuk çizgisinin ötesine geçmek lazım gelir o an için. Ağlamaklısınızdır hiç olmadığı kadar. Gözlerden yaş süzülmez ama dolmuştur da göz çanağınız. Sadece susarsınız o kulakları sağır eden sessizliğinizle. Güvenmek istersiniz belki birilerine. Sizi yarı yolda bırakmayacak birine ihtiyacınız olduğunu hissetmeye başlarsınız inceden inceye kalbinizin derinliklerinde. Belki de aradığınız bir ölesiye kiracıdır kalbinize. Bir hayırsızın arkasından bakıyor da olabilirsiniz. Görmeyi umut ettiğiniz her ne ise –alacağı olsun- umarsız bir çocuk gibi şen olmayı unutturmuştur size. Belki ötelere göçmüş yakınlarınızı özlemiş ve “keşke şu anda yanımda olsalardı” serzenişlerinde bulunmaktasınızdır.
İşte yazının buraya kadar olan kısmı bir süre önce kaleme alınmış ve atıl vaziyette beklemeye terk edilmişti yazar tarafından. Nereden bilebilirdi ki kendisine ithaf edeceğini bu yazısını? Yola çıkış noktası avutmak iken kısmen de olsa ahu gözlü bir güzeli kendisine nasip oldu yazının kahramanı olmak. Öyle ya kitaplara gömülmüşken ansızın güç birliği yaptı içine akıttığı zehirler ve hücum ettiler göz pınarlarına. Her şeyin nihayete ermesini ister oldu diller. His tercümanlığına soyunup boyunun ölçüsünü almaktı bu belki de. Kendi derdini anlatamazken, başkalarının konuşan dili, gören gözü, işiten kulağı olmuştu ya da öyle zannediyordu. Yer yer Akif’i anar oldu:
“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım.”
Zihni işler fiziki işlerin üzerine çıkar oldu yer yer. Bu adam yoruldu genç yaşında türlü düşüncelere gark olmaktan. Bu tarifte eksik bir şey vardı! Söylemeye dili varmadı yahut dar vakitlerde eşikten döndü hep. Kendi Kıyameti kopsa yazarın şu satırlar okunduğunda neler hissederdi acaba satırları okuyanlar?
Gönderen Yasin Bekaroğlu zaman: Cuma, Nisan 17, 2009 | Bunu E-postayla Gönder BlogThis! Twitter'da Paylaş Facebook'ta Paylaş |
0 yorum:
Yorum Gönder