Rss Feed
  1. Samimiyet Üzerine

    16 Temmuz 2011 Cumartesi

    Kısa bir izahat ile başlamak istiyorum: Yazdığım yazıların arası açılmaya başladı ve bu durum yazmayı çok seven beni bir hayli rahatsız ediyor. Durup düşününce üzerimdeki ataleti kırabilmek için hayatımdaki yarı planlı-yarı spontane düzenin biraz daha şekillenmesi gerektiğini gördüm. “Getting Things Done” yapma vaktidir. David Allen abimizin geliştirdiği GTD modelini tam olarak uygulaması ciddi manada zor olsa da bir takım kurallarını uygulamak ataleti atmak anlamında size yardımda bulunuyor. Bu kısa durum izahatından sonra samimiyet üzerine olan yeni yazıyı okumaya başlayabilirsiniz sevgili okur.

    Samimiyet üzerine dertleşeceğim bugün, hani şu modern dünyanın insanlarının lügatlerinden silindiği, silinmekte olduğu kelime. Samimiyetin öncesi ihlâs, ötesi güvendir. Amellerinde rıza-i ilahi olanlar, görünürde kaybetseler dahi kazananlardır gerçeğini göz ardı etmemek gerek. Yitirdiğimiz bir değer samimiyet ve insanlar gitgide riyakâr olmaya, gerçeklerin üzerini örtmeye başladılar. Çıkılan yol her ne olursa olsun, gönüllerde Allah rızası varsa samimiyet de vardır. Efendimiz de şöyle aktarmıştır: Allah buyuruyor ki; ‘Kulumun en çok sevdiğim ibadeti,  bana karşı samimi olmasıdır.” Rabbine samimi olmayan, O’nun kuluna nasıl samimi olsun? Ve samimiyet ise beraberinde güveni tahsis eder ki gönüllerin bir ve beraber olması buna bağlıdır.

    Gıdasını paradan, menfaatten yani metadan alan suni ilişkilerin yalan dünyasında yaşıyoruz. Başta samimiyet olmak üzere, vefa, yardımlaşma, hatır sorma, aşk, sevgi gibi kavramların içini boşaltmış ve mumyalamışız. Suni ilişkilerin fotosentez yaptığı bu yalan dünyada oksijen değil karbondioksit soluyoruz. Yüzlerimizde bir maske var ama adı gaz maskesi değil: Riya maskesi.

    İnsan dünyaya payına düştüğünce çile çekmeye gelmiştir ve gönül işleri bu haddi doldurmak için bulunmaz bir nimettir. Bazen bir taraf, bazense her iki taraf samimiyetten uzak, yalanlar üzerine temellendirilmiş bir ilişkiyi bina ederler lakin sonu hüsrandır. –Biz yazımızda bir tarafın samimiyetsiz olduğu durumdan dem vuracak, ona göre meyil alacağız.- Helal dairesi çerçevesinde yaşanmasında -kendimce- bir sakınca görmediğim gönül işlerinde taraflar birbirlerinin hassasiyetlerine en baştan kulak vermeli, ortak noktalar bulunmalı ve anlatılması gerekenler noktasına virgülüne dokunulmadan apaçık anlatılmalı zira insan daha sonradan “gerçekleri” kendi öğrenince sükût-ı hayale uğruyor ki o hissiyatı anlatabilmeye kelimelerin dirayeti yok. 

    Gerçeklerin Mülk suresinin bir ayetinde şöyle buyurulur: "Sözünü ister gizleyin, ister açığavurun; bilin ki o, sînelerin özünü bilir. Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır" (el-Mülk, 67/13-14). Ayetten de anlaşıldığı gibi gerçekler saklanmaya çalışılsada Yaradan her şeyden haberdardır ve Allah er ya da geç saklanılanları gün yüzüne çıkarır. Bir sure önce bir arkadaşım, bir hanım kişiyle bir ilişkinin eşiğinden dönmüş ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Hanım kişinin ondan sakladıklarını öğrenince daha da bir kendinden geçip “Allah korumuş” diye kendini şanslı hissetmişti gerçekleri tez öğrendiği için. Başın sıkıştığında yahut herhangi bir anda yalana başvurmak bu kadar mı kolay? Özü, sözü bir insan olmak bu kadar mı zor?

    Monolog: Tek bir şey arıyorum: Samimiyet. Girişte de belirttiğimiz gibi samimi olabilmenin öncülü kalplerde Allah rızasının olması. Allah rızası ile baş koyulmuşsa bir yola samimisindir ve karşındakinde o güveni tahsis etmişsindir. Mutluluğun bir formülü, bir sırrı yok işte. Mutluluk, samimilikle doğru orantılı; apaçık olduğun sürece gönlün de güler; çünkü yetmez sadece yüzündeki ve hatta gözlerindeki tebessüm. Belki korkuyorsundur, “duyarsa ne der” diyerek ama söylemeyerek sadece kendine yapmıyorsun kötülüğü. Güven aşıladığın o çınar ağacına kötülüklerin en aşağısını yapıyorsun. Unuttuğun ve hatırlaman gereken bir şey de var ki o da şu: "İstediğin kadar namaz kıl, sadaka ver. Güven aşılayıp da yarı yolda bıraktığın insanın gönül sadakasını iki dünyada veremezsin" Yalan söyleyerek kendini kandırabilirsin ancak. Gönül yarası kapanır da gönül fetvan seni affetmez. Hadis-i şerif şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” Ne cisminin güzelliği ne de yüzünün masumane görünüşü mühim olan, mühim olan kalbinin saflığı ve samimiyeti. Samimiyetten uzak o gülüşlerinle aldatan değil aldanansındır aslında sen. Ve ibret alan değilsindir, ibret alınan olmuşsundur artık. Kirlenmiş ve riyakâr gönlünü çekmenin vaktidir Anadolu’nun saf çocuğu olan yiğitten. Sahte hayatın, manipüle edilmiş gülüşlerin ve sözde arkadaşlarınla birlikte samimiyet kıyısından o kadar açığa açılmışsın ki geri dönebilme ihtimalin için “imkânsız” tahminim bile iyimser kalıyor. Ne seviniyorum bu haline ne de acıyorum. Allah ıslah etsin diyebilir ve dua edebilirim sadece.

    Samimiyet dediğimiz şey kalplerin birbirine ısınması için bir katalizör görevi görür. Sevmek neyse işte, bir önceki adımı gönüllerin samimiyetidir. Bir çift yüreğin masumiyeti yetmez samimi olmaya. Aydınlıkta kalmayan tüm noktalar aydınlatılıncaya kadar tam anlamıyla bir samimiyetten de söz edilemez aslında. Samimiyeti sağlaması böylesine zordur; çünkü samimiyet beraberinde güveni getirir. Güven tahsis edilememiş ilişkiler, çürük bir zemine Taipei101 binasını inşa etmenin hayalini kurmaktır. 

    Samimiyet, duygularını gönül imbiğinden süzüp, öylece safiyane aktarmaktır. “Aramakla bulunmaz, ama bulanlarda arayanlardır.” Hakikat ise gözümüzün önünde durmaktadır: Özü, sözü doğru olmak her kapının olmasa da birçok kapının kilidini açacaktır. Ve unutmadan, samimi olmak bazı zamanlar üzer insanı çünkü gerçekleri işitmeyi her bünye kaldıramaz, hiddetlenir, öfkelenir, nefret edebilir. Her şeye rağmen hayatta, hayata karşı samimi olmanın mükâfatı er ya da geç sahibini bulacaktır. İnanıyorum, yeryüzünde hala iyi ve samimi insanlar var. Bir gün onlardan birisi karşıma çıkacak ve ben o cümleyi kurma şerefine nail olacağım: “Korkma, Ben Varım!”