Rss Feed
  1. Genel Değerlendirme

    27 Nisan 2009 Pazartesi





    Yakın zamanda anladığım birkaç hususu sizlerle de paylaşmak ve görüşlerinizi almak üzere bu yazı kaleme alınıyor. Öncelikle kültürler öyle bir yönlendirilme içerisindeki toplumlar öz değerlerini yitirmeye ve batılı değerlere(!) kendi değerleriymiş gibi sahip çıkmaktadır. Bunu bireye indirgediğimizde ise konu dallanıp, budaklanmaktadır ama ağacın gövdesi birdir. O gövdenin adı ise safi materyalizmdir!



    Türk insanı son 30 yıldır, bir başka deyişle son 2 kuşaktır büyük bir değişim geçiriyor. İnsanlar Hofstede’in araştırmasını yerle bir ediyorlar adeta. Hani biz “dişil toplum” özellikleri sergiliyorduk Sayın Hofstede! Öyle olsa insanların yüreklerinde bir nebze olsa merhamet, bir tutam yardımseverlik, iki ölçü sevgi çıkar, dillerinden de, bir fincan kahve içim süresince kurulabilen insanın gönlünü okşayan güzel cümleler dökülürdü. Eskisi gibi değil hiçbir şey. Her şeyin fevkinde iken hiçbir şey olabilmek o kadar kolaylaştı ki zamanın doğal akışına yetişemediğimiz şu günlerde. Aslında zamanı yetiremememizin nedeni de tamamıyla materyalist duygularımızdan kaynaklanmakta. Hep daha fazlasını istiyoruz, asla aza kanaat etmiyoruz. Büyüklerimiz böyle demiyordu hâlbuki bizlere. Yitiriyoruz değerlerimizi içten içe…



    İnsanların sevgi ve aşk gibi olguların içleri boşaltılmış birer fazlalık olarak gördüklerine de şahit oluyoruz ne yazık ki! Aslında zincirleme bir reaksiyonun kaçınılmaz sonu oluyor bu kelimelerin anlamlarını yitirmesi. Öyle ki, seviyor en halis duygularıyla bir hayırsızı, sonrasında ise pragmatist olmayan bu duyguları samimi(!) bulmuyor kendine göre, hayırsız olanı. Belli bir süre geçiyor ve siz seviyorsunuz o hayırsızı seveni uzaktan uzağa ama bakıyorsunuz ki artık o eskisi gibi değil. Materyalizmin simgesi olan hayırsızın ona yaptığı en büyük kötülük bu olsa gerek: Duyguları körelten, pragmatizm ve materyalizm propagandası yapan nüveleri serpmiş onun kalbinin tam orta yerine. İşte o da artık tattırmalıydı bu duyguyu size ve atmalıydı o tohumları kalbinizin tam orta yerine ki yangın yeri olsun yüreğiniz.




    Son olarak Kafka ve Ortaçgil’den alıntılarla son veriyorum yazıma.



    Franz Kafka’ya kulak verelim:


    "Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında da cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin."



    Anlamak, birebir empatiyle alakalı gibi görünse de madalyonun bir diğer yüzü o durumun içerisinde bulunmak ve benzer duyguları yaşıyor olmakla da ilintilidir. İşte tam da burada Bülent Ortaçgil “anlamak çözmeye yetmez” der ve ekler, “sensiz olmaz, sensiz olmaz”


  2. 0 yorum: